30 Ekim 2016 Pazar

Oblomov Hamit

Havanın renginin değiştiği bir bahar mevsimiydi. Günler birbirine uymuyor sürekli değişim gösteriyordu. Bu durumdan sürekli yakınsa da mutlu olmaya çaba gösteriyordu Oblomov Hamit. Bu sayede en azından Ramazan sorunlu geçmiyor, oruç tutmakta pek fazla zorlanmıyordu. Yanı sıra hiç sevmediği haz duymadığı şeyler de vardı. Bunlar işten çıkarılmış olması ve işten çıkarılmış olmanın yanında getirdiği yalnızlık hissiydi. Her nedense bu olaydan sonra kimseden ses çıkmaz olmuştu. Ne arayanı vardı ne de aradığında soranı. Esasen buna pek aldırış etmiyordu ama yine de içinden bir ses arkadaşlarına ulaşmasını söylüyordu. Son derece mağrur ve çekingen bir edayla çalışmış ve bu çalışmalar hiçbir vakit olumlu bir sonuç vermemişti. Yalnızca arada bir Feyz'in gezmeye zorlaması ile ancak dışarı çıkıyor, temiz hava alıyor ve bir tek bu sayede yalnızlığını dizginleyebiliyordu.  Gerçi temiz hava almak için dışarı çıkmaya pek gerek duymuyordu. Çünkü evinin önü muhteşem bir bahçeyle kaplıydı. Canı sıkıldıkça bahçeye çıkıyor, çıkınca da sıkılıyor ve çok sürmeden eve dönüyordu. Son zamanları böyle bir döngü içinde sürüp giderken ilginç bir şey olmuş, yeni bir arkadaş edindiğini fark etmişti.  Yalnız bu çok farklı bir arkadaştı. Beyaz bir leblebi tanesinin yarısı kadar etmeyen küçük ama çok küçük hatta kum tanesi büyüklüğünde kar gibi beyaz bir örümcekti yeni arkadaşı. Son zamanlarda yaşamış olduğu monoton hayata renk katmıştı bu örümcek. Nereden geldiğini, neden geldiğini hiç düşünmemişti. Genellikle nadir karşılaşırdı örümceklerle, karşılaştığında da naif bir korku yaşardı Oblomov Hamit. Ama farklıydı bu, daha yavruydu bu örümcek. O yüzden korkunç bulmaktan ziyade sevimli buluyordu onu.

Geceleri yatmadan ortadan kayboluyor, sabah uyandıktan sonra da başında belirip kendini fark ettiriyordu.Onu çok sevmeye başlamıştı Oblomov Hamit. Nitekim bu örümceğin tarantula olmadığına daha çok seviniyor ve büyüdüğünde de böyle bir evrim geçirmemesi için çokça dua ediyordu.

Gün geçtikçe daha çok yakınlaştıklarını fark etmişti Oblomov Hamit. Ara sıra saçlarına çıkıyor, türlü şaklabanlıklar yapıyor bazen de minicik adımlarla gıdıklanmasına sebep oluyordu. Örümceğin bu tavırları çok hoşuna gidiyor, oldukça zevk alıyor ve kısmen kahkahalara bürünüyordu. Belki de geçirmiş olduğu sıkıntılı günlerden bu yana en yakın dostu olmuştu bu minik. Hatta bu yüzden ona minik ismini vermişti ve bu ismin hakkını ziyadesiyle koruyordu.

Yaklaşık bir haftalık süregelen ve çok hoş geçen bir dostluk yaşamıştı Oblomov Hamit.  Bu durumun çok sürmeyeceğini iyi biliyor ama çok kötü bir halde son bulmasını istemiyordu. Korkuyordu Minik'in ölüp gitmesinden, onu yalnız bırakmasından. Bu sebeple durmaksızın üzerine titriyor ve her an dikkatini elden bırakmıyordu. Çok küçük olduğu için koruyup gözetmekte oldukça zorlu geçiyordu. Ancak ne kadar çabalasa da korktuğunun başına gelmesi çok sürmemişti. Minik'i dört dudağı olan bir lavabo yutmuştu. Nasıl olduğunu anlamadan aniden bir hüzün dalgasına kapılmıştı Oblomov Hamit. Sırf elini yıkamak için gittiği lavabonun musluğunu açarken  aniden lavaboya fırlamıştı minik. Kurtaramazdı onu, artık çok geçti.  Minik'in atlamasıyla musluğu açması aynı anda gerçekleşmişti. Keşke sorun yalnızca bu olsaydı. Nasıl kurtarabilirdi ki hem? Elle tutulamayacak kadar ufaktı. Bu sebebi dahi kendi suçu olarak görmüştü. Minik'i öldürmüştü!  Korkmuş, nefesleri birbirine dolanmış, evin içinde volta atıp durmuş ve  ne yapacağını bilmeden şaşkın şaşkın düşünmüştü tüm bu geçen süre zarfında. Bu duruma anlam veremeyen ailesi, bir garip bakmış, ne olduğunu sormadıkları gibi bir de fırça kaymışlardı. Hem derdini anlatsa bile ne anlayabileceklerdi ki? Muhtemelen gülüp geçeceklerdi.En sonunda kendini toparlayabilmiş ve onun için yas tutmak gerektiğini düşünmüştü. Ardından " Zavallıcık henüz ziyaret edebileceğim bir mezarın dahi yok." diyerek hüznüne hüzün katmıştı.

Zaman zaman eski dostu Minik'i düşünüyor "Acaba cennette mi?" diyerek kendine sorular soruyordu. Elbette cennette olacaktı. Küçükler masum değil miydi? Masumlar hep cennete gitmiyor muydu? Hem Minik daha ufacıktı, bir çocuktu.  Ortada masum olmayan biri varsa o da kendisiydi. Hiçbir vakit kendisini affetmeyecek, günbegün kendisine olan nefretini daim kılacaktı. Aklındakileri bir köşeye bırakarak "Artık yas tutma zamanı geldi." diyerek yas merasimi hazırlıklarına başlamıştı. İlk önce siyah kıyafetler bulup giymiş, kirli sakalını düzeltmiş ama kesmemişti. Yas tutan birinin sakalını uzatması gerekirdi. O da düzgün bir şekilde uzamasını istemişti. Günler dur durak  bilmezken, Oblomov Hamit'in sakalı da yeni yeşermiş bir filiz gibi uzayıp gidiyordu. Sakalına her gün bakıyor, eski dostu Minik kadar uzadığını gördükçe şaşıp kalıyordu.

Günler de böylece uzayıp gitti. Oblomov Hamit daha içine kapanık bir hal almaya başladı. Her gördüğü örümceğe bir iç çekip "Ah! Minik neden beni yalnız bıraktın?" diyerek izlemeye koyulmuş, örümceklere olan korkusunu yitirmiş ve korkunun yerini bambaşka bir duygu almıştı. Sevgiydi bu duygu. Seviyordu Oblomov Hamit. Her ne kadar tehlikeli görünseler de aslında hepsi de masumdular. İşte bu yüzden seviyordu. Asıl tehlikeli olanlar insanlardı. İnsanlardan dahi korkan bu varlıklardan korkmak yerine korkulması gereken varlıkların insanlar olduğunu kavramıştı. Artık onun için her örümcek bir Minik, her insan ise bir katildi.


Hamit AŞKIN

Korona mı insan mı?

Merhaba çok değerli arkadaşlar, size iyi niyetimle azıcık da olsa kendimden bahsedeceğim. Yalan söylemeyeceğim, insanlardan hatta insanlıkta...