KAYIP
Sordum bir gün arkadaşıma;
“Neden hep gülüyorsun, aynı zamanda çokta konuşuyorsun?”
Döndü ve dedi ki;
“Bir kez olsun dikkatlice bak bana, ne görüyorsun bende?”
Bir elimi oturduğum kaldırım taşına destek ederek eğildim
ve dikkatlice izledim arkadaşımı.
“Siyah saçlar, mavi üzgün gözler ve konuşmayı mesken
tutmuş dudaklar…” dedim sonra.
Başını yere çevirdi ve güldü.
“İyi görmüşsün.”
dedi ve içten içe yutkundu.
Öyle bir yutkunmaydı ki bu sanki bir pinball topunun
gırtlağından inişini izlediğime yemin edebilirdim.
Sonra yerde küçücük bir ıslaklık oluştu. Ardından tesbih
boncuğu kadar küçük bir gölet halini aldı. Anlaşılan gözden dökülen yaşlardı
bunlar. Ağlıyordu benim arkadaş. Sessizce, sedasızca… Ne bir haykırış vardı görünür de ne de bir
yakarış. Ancak içten içe kendini yiyordu, sürekli kemiren bir şeyler vardı.
Farkındaydım bu durumun ama ne yapacağımı bilmiyordum. İçimden neler
yapabileceğimi düşünürken tekrar bana dönüp baktı. Sanki bir şeyleri anlatmak
istiyordu ama dili kitlenmiş gibiydi. Çekiniyordu ve o an bir şeyler kopacağını
anlamıştım. Fırtınayı yakalamıştı ve ortaya çıkaracaktı. Oturduğumuz
kaldırımdan kalktı ve “Gel.” dedi. Beni daha sakin, daha huzur verici bir yere
götürdü.
“Artık konuşabiliriz.” Dedi ve sözlerine devam etti.
“Birader.” Dedi.
“Ben ki 11 yaşında tecavüze uğramış bir bedbahtım. “
Duyduğum bu sözler karşısında neye uğradığımı şaşırdım.
Ne diyeceğimi bilemez halde, yüzümde derin bir acı ve şaşkınlık ifadesi
uyanmıştı. Aynı zamanda anlatılmaz bir öfkeyle dolup taşmıştım. O an dünyanın
en karanlık, en ücra köşelerindeki derin, anlamlı, anlamsız her türlü duygu
yoğunluğunun ruhumu ele geçirdiğini hissettim. Duygulanmıştım, ağlıyordum. Bir
yandan arkadaşım gözlerimdeki yaşları siliyor, gülüyor ve beni teselli
ediyordu. Şaşılacak işti doğrusu. Orada onu teselli etmem gerekirken o beni
teselli ediyordu. “Yeter artık ağlama,
basacağım yoksa tokadı.” Dedi ve kolunu omzuma attı. “Bir şey demene gerek
yok.” Dedi ve sözlerine devam etti.
“Senden beni anlamanı beklemiyorum birader. Bunları
anlatmazsam artık fazla duygulu olmaktan öleceğim diye korkuyorum. Bilirsin
bizim oraları. Çokça kavak ve iğde ağaçları, çimlikler, çocuklar tarafından
futbol sahasına dönmüş araziler ve müstakiller… Tanır herkes birbirini ama
sevmez kimse birini. Her neyse, yaz gelmiş, ağaçlar yeşillenmiş, yemlikler
çıkmış, kuşlar cıvıldıyor falan. Bu güzellik karşısında bir grup arkadaşla
birlikte bir bahçeye yemlik toplamaya gitmiştik. Girdiğimiz bu bahçenin etrafı
dikenli teller gibi iğde ağaçlarıyla doluydu. Yalnız başka bir bahçeyle
bitiştiği bir nokta vardı ve oradan rahatça girilip çıkılıyordu. Bilirsin işte,
girdik biz de oyun oynayıp yemlik toplayacağız.
Yaş bakımından herkes eşitti neredeyse. Arada bir istisna
vardı o da yanlış hatırlamıyorsam 20’li yaşlardaydı. Bana kalırsa tam bir
zebaniydi. Cüssesi oradaki her çocuğun cüssesinin 2 katıydı ve kendiside bu
durumun farkında olduğu için bunu iyi kullanıyordu. Anlayacağın ahkâm kesmeyi
seven, eli bıçak tutan biriydi. Bir ara çevremizdekiler bayağı uzaklaşmış,
aramız açılmıştı. Kimi oturuyor kimi oyun oynuyor kimi de yemlik toplamaya
devam ediyordu. Ben de kendi çapımda oyunlar oynuyordum. Canım sıkılmıştı ve
başka şeyler aramak, keşfetmek için bahçeden çıktım. Adamın arkamdan geldiğini
dahi fark etmemiştim. Her nasılsa birden arkadan tuttu beni ve elindeki bıçakla
tehdit ederek yere yatırdı. Dedim ya
bayağı cüsseliydi, gücüm yetmiyordu ve tek düşündüğüm korkuydu. Oldukça çok korkuyordum.
Çocuktum birader. Nasıl korkmam! Çığlık
atsam duyacak kimse yok. Zaten ne sesim çıkabildi ne soluğum. Ben orada tecavüze uğrarken arkadaşların
geldiğini gördüm. Tek tek yardım
umuduyla gözlerini süzdüm. Ama yardım ne kelime birader, sanki yıllardır görmek
istedikleri sahneyi izler gibi gülüyorlardı. O ara gözüm altın sarısı bir
kelebeğe takıldı. Özgürce uçuşu ve tam görüş açıma gelip konması bana orada
birçok şeyi unutturmuştu. Yüzü bana dönüktü ve anlatmak istediği çok şey var
gibiydi. İşte o vakit anladım. Bulunduğum en kötü anda dahi güçlü olacak,
direnecek ve ne olursa olsun daima gülecektim. O kelebeği asla unutmadım. İşte
bu gülme olayı da bana bu kelebekten hatıra kaldı.
Aradan az bir zaman geçtikten sonra ufak ufak tehditler
almaya başladım. En yakın arkadaşlarım dahi aylarca benden para koparmak için
kapıma geldiler. Ben de ailem öğrenir korkusuyla her çocuğun yapacağı gibi tüm
harçlıklarımı onlara veriyordum. Her
nasılsa komşulardan birisi bu durumu öğrenmiş ve bize gelmişti. Tabii başta
öğrendiğini bilmiyordum. Annemi tanıyordu ve onunla konuşmaya gittiğini gördüm
sadece. Sonrasında annem beni yanına çağırdı. Hiçbir şey demesine gerek yoktu.
O an her şeyi gözünden anlamıştım. Daha sonra annemde beni babamın yanına
götürdü. Sağlam bir dayak yediğimi söylememe gerek yok sanırım. Ardından da yüzleşmek
gibi bir ifade ile bana tecavüz eden adamın evine götürdüler. Sanki suçlu
bendim! Yüzleşmek nedir birader? Orada bir kurban varsa o da bendim. Vardığımız
yeri de bir görmeliydin. Panayır alanıydı sanki. Tüm komşular haberi almış
birader, konsey kurmuşlar yargılanan benim. İnsanların bana oradaki bakışlarını asla
unutamam. Tüm mahalle artık biliyordu olanı ve öğrenmenin verdiği hazla yavaş
yavaş dağıldılar. Bense sadece bir destek bekliyordum. Biri elimden tutsun ve
bana küçük bir tebessüm etsin istiyordum. Korkma, yanındayım desinler
istiyordum. Ama kendi ailem dâhil kimse destek olmadı. Herkesin gözünde
yargılanıyordum. Tabii adımın çıktığını da söylemeye gerek yok. O adam taşındı
gitti ama ben yıllarca evde mahkûm kaldım. Kendimi cezalandırıyordum evden çıkmayarak. Aynı zamanda her zaman başıma kötü bir şey
gelecekmiş gibi hissediyordum. Bu yüzden dışarı çıkmaya da korkar olmuştum. Ne gülüyor, ne ağlıyor ne de bir şeylere tepki
gösteriyordum. O yüzden diyeceğim şu ki; yıllarca beni üzgün bırakmışlar şimdi
çok gülüyorsam suç benim mi?
Bir zaman sonra liseye geçtim. Seviniyordum, mahalle
sakinlerini görmeyecektim artık. Zaten evden dışarı bakkala gitmek için
çıkıyordum yalnızca. O anda da biri beni gördüğü zaman başım yerde hareket
ediyordum. Dünyadaki en kötü duygulardan biridir insanın başını yere eğmesi.
İşte bundan kurtuluyordum. Düşünsene artık kimseyi görmek zorunda
kalmayacaktım. Ama yine işler istediğim gibi gitmedi. Okula çok güzel
arkadaşlıklar kurabileceğim düşüncesiyle gidiyordum. Sonra anladım ki kimse
beni yanına almak istemiyor. Sanki yaşadıklarım yüzümden okunuyordu ve
okuldakilerin hepsi bunu görüyor gibiydi. Alay ettiler, dalga geçtiler. Şamar
oğlanı oldum birader. Yanaklarım tokat yemeye çok uygunmuşta hoşlarına
gidiyormuş. Gelenden gidenden tokat yiyordum. Ama kimseye bir şey diyemiyordum.
Halen beni de aralarına alacaklarına dair ümidim vardı çünkü. Ama nafileydi.
İşler dayağa kadar ilerlemişti. Her gün dayak yiyordum neredeyse. Ama hiçbir
zaman karşılık vermedim birader. Onlar gibi olmak istemiyordum. Onlar gibi
olamazdım. Kötü de olsalar kimsenin canını yakamazdım. Hayatımda bir kez kavga
ettim ve onda da rakibimin gözü morardığı için günlerce vicdan azabı çektim.
Dilerim ki birader kimse pişmanlık duyup vicdan azabı çekmesin. Ne kötü!
Lisede böyle geçti. Sonrasında hep tek kaldım, kimseyle
konuşmaz oldum ve yalnızlığımı yaşadım. Anlaşılan bu dünyada benim için bir yer
yoktu. Ben ne insanlık gördüm ki birader. Keşfedilmeyi bekleyen bir ada
gibiydim. Bir gün de biri beni görür
keşfeder, muhabbet eder, sever ve ilgi gösterir diye günlerce dua ettim.
Gözlerim her zaman dört dolandı. Ama yok birader, sorsan hepsinin çok önemli
işleri var. Sorsan hepsi önemli insanlar. Ah be birader acıyorum bu insanlara!
Her gün kıyıda köşede kalmış, yanından geçildiği halde kimsenin fark etmediği,
gözlerinin görmediği o kadar insan var ki!
Diyeceğim şu ki; Yıllarca kimse beni görmemiş, kimse benle konuşmamışsa,
şimdide ben çok konuşuyorsam suç benim mi?
Artık öyle değil birader, işler değişti. Özetlemek
gerekirse, kendimi bildim bileli konuşan ve gülmeyi hiç eksik etmeyen biri
oldum. Konuşan deyince yanlış anlama ha sadece benimle konuşan biri olunca
konuşuyordum. Onda da susmak bilmiyordum.
Yaşamım boyunca peşimden sürüklenen bu özellikler beni biraz daha boş,
alçaksı, lüzumsuz bir insan etmişti.
Şayet kendi özgürlüğümle saçmaladığım zamanlar çok iyiydim. Birçok kişi
de konuşmalarımdan haz duymaya başlamıştı. Bu durum beni oldukça mutlu
ediyordu. Seviyordum konuşmayı, seviyordum gülmeyi. Benim için hayat felsefesi
olmuşlardı. Çoğu zaman çok konuştuğumun
ben de farkındaydım. Handiyse her muhabbette en çok konuşan ben olurdum.
Konuşmadığım zamanlarda kimsenin konuşacak bir şey bulamadığını düşünür ve buna
şaşırırdım. İşte bu sebeple hep ben
konuşurdum. Tek suçum buydu birader.
Nerden bilebilirdim aslında insanların benimle konuşmak istemediğini? Evde her daim sessiz olduğum için dışarı
çıktığımda da sanki yıllarca hiç konuşmamış gibi hissederdim kendimi. Sonra da
kendimi bir konuşma patlaması içinde bulurdum. Özellikle ilgi duyduğum
insanların dikkatini çekmek ve kendimi tanıtabilmek amacı güderdim. Kimse bana
yakınlaşmayınca ben onlara yakınlaşmaya çalışırdım. İnsanlara açtım. Tek istediğim
bir dosttu. Ama beklediğimi alamadım.
Kimileri çok boş konuştuğumu söyleyerek uzaklaşırdı
yanımdan kimileri de iyimser bir tavır alırdı ama onların gitmesi de çok uzun
sürmezdi. Gökte kayan bir yıldız gibi avuçlarımdan akıp giderlerdi.
Ciddi bir insan olmakta kimi zaman çok güçken kimi
zamanda doğal oluyordu benim için. Sanıyorum ki beni hayatında ilk kez
görenlerin ciddilikle aynı kefede olmadığım yargısına vardıklarından kesin kez
eminim. Bu durum özellikle aile efradım
arasında çok dile getirilirdi. Özellikle de boş konuşuyorsun bu yüzden ciddi
olamıyorsun derlerdi. Bu yüzden defalarca sükûn etmek istedim. Çünkü insanların
bu lafları da artık beni yormaya başlamıştı. Bir alışkanlığı yıkmanın ve irade
zayıflığının verdiği rutubetlikle konuşmama kararı alıp, uygulamaya
koydum. Geçenlerde ailemle olan
problemim beni buna yapmaya itti. Şu anda ise gayet iyi bir şekilde devam
edebiliyorum. Umuyorum ki ilerleyen zamanlarda da böyle devam edebileyim. Artık biri de beni sever mi ya da benimle
ilgilenir gibi düşüncelerim kalmadı eskiye nazaran. Tamamen kendimi kendime
bıraktım. Bana yardımcı olmaları içinde kitapları seçtim. İnan ki birader
insanlardan daha anlayışlılar. Sadece dinliyorlar seni. Cevap istediğin zaman,
istediğini o yanıtı almakta çok zor değil. Sadece aç ve oku. Diyeceğim şu ki
birader, insanlar beni bu hale getirdiyse suç benim mi? Diyerek sözlerini
bitirmişti arkadaşım.
“İnan bana suçlu sen değilsin.” Demek geldi içimden. Ama
demedim, neden demedim bilmiyorum. Sanıyorum ki sadece yanında olduğumu ifade
etmek istedim. “ Eeee ben varım ya.” Dedim. Güldüğü ve başımı okşadı. “Sen
istisnasın birader.”dedi
“seni sevmesem sana güvenmesem bunları anlatmazdım. Sen
olmadan önce kitaplarla konuşurdum. Kahramanları gözlerimin önünde canlandırır
günümü nasıl geçirdiğimi anlatırdım. Kimsem yoktu ki kiminle konuşayım. Neyse
birader hakkını helal et, vaktini aldım.” Dedi ve arkasına bakmadan uzaklaştı. Muhtemelen
ağlıyordu ve kendisini güçsüz görmemi istemediği için arkasına bakmamıştı. O
gittikten sonra kendime tek bir şey söyledim. Bir daha asla derdim var deme!
O kimseli doğdu ama kimsesiz yaşadı. Ben arkadaşımı
kaybettim. Onu kaybettikten sonra yaşadıklarını daha iyi anladım. Çünkü bende
onun yaşadıklarını yaşamaya başlamıştım.
Belki onun kadar ağır değildi ama insanın kendini kendine hapsetmesinin
ne kadar zor olduğunu gördüm. Sığ bir
çıkmazdayken onun yaptığını yaptım. Kitaplar aldım, gömüldüm ve okudum. Artık
ben de kitapları dost edinmiştim. O dostum kadar olmasa da onların dostluğunu
da yaşamış oldum. Dostumdan bana geriye kalanlar ise bir gülüş, bir konuşma ve
kitap okuma özellikleri oldu. Yanı sıra
istemeden de olsa bir ders verdi.
Herkesin bir değeri vardır ve bu değeri iyi kullan.
Ben de soruyorum size. Onun bu halde olması kimin suçu?
Neden bir kişi de yanına gidip konuşmadı? Neden kimse tanımak istemedi onu? Çok
basit bir cevap vereceğim. Suçlu biziz. Arkadaşımın dediği gibi kendi içinde
kavrulan, her gün yanından geçtiğimiz ama hiçbir vakit fark etmediğimiz o kadar
insan var ki. Bir merhaba demediğimiz, kendimizi beğenmişliğimiz, sanki her
şeyin zirvesindeymişiz gibi yaşayışımız. Çok görmeyin ama suçlu bizleriz. Onlar
değil.
Hamit AŞKIN
02.04.16
Mahmut hocamızın anlatmış olduğu AB havuzunu hatırlayın.
AB’ye katılmak isteyen ülkelerin o havuza para atması ve atılan paraların
katılacak ülkelerin kalkınması için paylaştırılmasını. Ben de diyorum ki;
Sizlerde insanlık havuzuna birer değer katın. Katın ki insanlık kalkınabilsin.
Bana her zaman birader derdi ve uzun zamandır onu düşünmediğimi,
ona karşı ne kadar vefasız olduğumu fark ettim. Sonrasında da şu şiiri yazdım.
Birader derdi
Kuşkonmaz bahçelerine giderdik hani
Toplardık bir tutam kuşkonmazı
Niye toplardık, ne yapardık bilmem
Giderdik işte, toplardık sadece
Ne güzel de kokuyorlar baksana
Toprağım taşım kokuyor
Memleket kokuyor herbiri
Kokla gitsin, geçiyor bak ömür
Koklamak nerde mümkün başka?
Hem kalitedir buraların kuşkonmazı
Bulamazsın başka yerde çıkar tadını
Vakit bu geçiyor işte
Hem nerede göreceğim seni daha?
Var mı kimsem senden başka?
Dertleşilmiyor bile başkalarıyla
Bir sana geçiyor nazım
Kızmıyorsun ya?
En güzel anlarım bu bahçeler birader
Sen varsın ya işte ondan
Hasretim be sesine
Kaç yıl oldu iki çift lafın belini kırmayalı?
Bir gidiyorsun gelmiyorsun bir daha
Ya birader amma da savsaklıyorsun hani
Nerede kardeş özlemi? Sevgi nerede?
Verdiğim çakı nerde yok bile elinde
Hani şu dede yadigarı olan, gümüş kaplama
Ön yüzünde benim arka yüzünde senin adın olan
Bulmuşsun uyduruk bir tane
Geziyorsun onla
Yok be birader anlamıyorsun
Hani analar var ya
Helal süt emziriyorlar güya
Şimdiki analar helal bilmiyor
Çocuk ne bilsin?
Ah be! Yaşasaydı anam şimdi
Görürlerdi dünya kaç bucak
Gerçi pek kıyamazdı ama
Allah hidayet versin derdi rahmetli
Üzülmek ne mümkün birader unuttuk gitti
Üzülmek nedir onu bile unuttuk
Ne zaman öldü ne vakit gömüldü
Bilmez şu eski kafa
Sende pek vefasız çıktın hani
Kendime mi yanayım yoksa sana mı?
Sana yanmayım da kime yanayım söyle
Dünyada üç kuruşa tamah etmeyen
Kurda kuşa yem
Satılmış her kimse
Koyunu olan çoban kesiliyor
Oysa öyle mi bizde ?
Ahmet efendi vardı bir
Yoktu hiç koyunu garibin
Toplardı ahalinin koyunları
Atardı sırtına astarı eğmezdi kimseye boyun
Gider gelirdi gariban
Almazdı para mara da
Fakirdi iyi bilirim
Ne aşı vardı ne taşı ne de bakacak kimsesi
Verirdi köy ahalisi sabahtan azık
Geçinirdi onla akşama kadar
Yanlış anlama ha!
Dediğim azıkta bir parça kuru ekmek birader
Gelirdi akşam dağıtırdı sürüyü
Verirdi anam bir tabak yemek
Sabaha kadar bilmezdi açlık tokluk
Çok yiyen tembelleşir derdi
Böyleydi bizim Ahmet efendi
Çoğu alimden alimdi Elhamdülillah!
Şimdi öyle mi ya!
Ağrıttım başını kalma kusura
Kaldı bir avuç kuşkonmaz çok şükür
Gel haydi koklarsın sen de
Döndü arkasını eyvallah dedi
Bir avuç kuşkonmaza gitti
Hamit AŞKIN