1 Mayıs 2016 Pazar

Kayıp

KAYIP
Sordum bir gün arkadaşıma;
“Neden hep gülüyorsun, aynı zamanda çokta konuşuyorsun?”
Döndü ve dedi ki;
“Bir kez olsun dikkatlice bak bana, ne görüyorsun bende?”
Bir elimi oturduğum kaldırım taşına destek ederek eğildim ve dikkatlice izledim arkadaşımı.
“Siyah saçlar, mavi üzgün gözler ve konuşmayı mesken tutmuş dudaklar…” dedim sonra.
Başını yere çevirdi ve güldü.
“İyi görmüşsün.”  dedi ve içten içe yutkundu.
Öyle bir yutkunmaydı ki bu sanki bir pinball topunun gırtlağından inişini izlediğime yemin edebilirdim.
Sonra yerde küçücük bir ıslaklık oluştu. Ardından tesbih boncuğu kadar küçük bir gölet halini aldı. Anlaşılan gözden dökülen yaşlardı bunlar. Ağlıyordu benim arkadaş. Sessizce, sedasızca…  Ne bir haykırış vardı görünür de ne de bir yakarış. Ancak içten içe kendini yiyordu, sürekli kemiren bir şeyler vardı. Farkındaydım bu durumun ama ne yapacağımı bilmiyordum. İçimden neler yapabileceğimi düşünürken tekrar bana dönüp baktı. Sanki bir şeyleri anlatmak istiyordu ama dili kitlenmiş gibiydi. Çekiniyordu ve o an bir şeyler kopacağını anlamıştım. Fırtınayı yakalamıştı ve ortaya çıkaracaktı. Oturduğumuz kaldırımdan kalktı ve “Gel.” dedi. Beni daha sakin, daha huzur verici bir yere götürdü.
“Artık konuşabiliriz.” Dedi ve sözlerine devam etti.
“Birader.” Dedi.
“Ben ki 11 yaşında tecavüze uğramış bir bedbahtım. “
Duyduğum bu sözler karşısında neye uğradığımı şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemez halde, yüzümde derin bir acı ve şaşkınlık ifadesi uyanmıştı. Aynı zamanda anlatılmaz bir öfkeyle dolup taşmıştım. O an dünyanın en karanlık, en ücra köşelerindeki derin, anlamlı, anlamsız her türlü duygu yoğunluğunun ruhumu ele geçirdiğini hissettim. Duygulanmıştım, ağlıyordum. Bir yandan arkadaşım gözlerimdeki yaşları siliyor, gülüyor ve beni teselli ediyordu. Şaşılacak işti doğrusu. Orada onu teselli etmem gerekirken o beni teselli ediyordu.  “Yeter artık ağlama, basacağım yoksa tokadı.” Dedi ve kolunu omzuma attı. “Bir şey demene gerek yok.” Dedi ve sözlerine devam etti.
“Senden beni anlamanı beklemiyorum birader. Bunları anlatmazsam artık fazla duygulu olmaktan öleceğim diye korkuyorum. Bilirsin bizim oraları. Çokça kavak ve iğde ağaçları, çimlikler, çocuklar tarafından futbol sahasına dönmüş araziler ve müstakiller… Tanır herkes birbirini ama sevmez kimse birini. Her neyse, yaz gelmiş, ağaçlar yeşillenmiş, yemlikler çıkmış, kuşlar cıvıldıyor falan. Bu güzellik karşısında bir grup arkadaşla birlikte bir bahçeye yemlik toplamaya gitmiştik. Girdiğimiz bu bahçenin etrafı dikenli teller gibi iğde ağaçlarıyla doluydu. Yalnız başka bir bahçeyle bitiştiği bir nokta vardı ve oradan rahatça girilip çıkılıyordu. Bilirsin işte, girdik biz de oyun oynayıp yemlik toplayacağız.

Yaş bakımından herkes eşitti neredeyse. Arada bir istisna vardı o da yanlış hatırlamıyorsam 20’li yaşlardaydı. Bana kalırsa tam bir zebaniydi. Cüssesi oradaki her çocuğun cüssesinin 2 katıydı ve kendiside bu durumun farkında olduğu için bunu iyi kullanıyordu. Anlayacağın ahkâm kesmeyi seven, eli bıçak tutan biriydi. Bir ara çevremizdekiler bayağı uzaklaşmış, aramız açılmıştı. Kimi oturuyor kimi oyun oynuyor kimi de yemlik toplamaya devam ediyordu. Ben de kendi çapımda oyunlar oynuyordum. Canım sıkılmıştı ve başka şeyler aramak, keşfetmek için bahçeden çıktım. Adamın arkamdan geldiğini dahi fark etmemiştim. Her nasılsa birden arkadan tuttu beni ve elindeki bıçakla tehdit ederek yere yatırdı.  Dedim ya bayağı cüsseliydi, gücüm yetmiyordu ve tek düşündüğüm korkuydu. Oldukça çok korkuyordum. Çocuktum birader. Nasıl korkmam!  Çığlık atsam duyacak kimse yok. Zaten ne sesim çıkabildi ne soluğum.  Ben orada tecavüze uğrarken arkadaşların geldiğini gördüm.  Tek tek yardım umuduyla gözlerini süzdüm. Ama yardım ne kelime birader, sanki yıllardır görmek istedikleri sahneyi izler gibi gülüyorlardı. O ara gözüm altın sarısı bir kelebeğe takıldı. Özgürce uçuşu ve tam görüş açıma gelip konması bana orada birçok şeyi unutturmuştu. Yüzü bana dönüktü ve anlatmak istediği çok şey var gibiydi. İşte o vakit anladım. Bulunduğum en kötü anda dahi güçlü olacak, direnecek ve ne olursa olsun daima gülecektim. O kelebeği asla unutmadım. İşte bu gülme olayı da bana bu kelebekten hatıra kaldı.

Aradan az bir zaman geçtikten sonra ufak ufak tehditler almaya başladım. En yakın arkadaşlarım dahi aylarca benden para koparmak için kapıma geldiler. Ben de ailem öğrenir korkusuyla her çocuğun yapacağı gibi tüm harçlıklarımı onlara veriyordum.  Her nasılsa komşulardan birisi bu durumu öğrenmiş ve bize gelmişti. Tabii başta öğrendiğini bilmiyordum. Annemi tanıyordu ve onunla konuşmaya gittiğini gördüm sadece. Sonrasında annem beni yanına çağırdı. Hiçbir şey demesine gerek yoktu. O an her şeyi gözünden anlamıştım. Daha sonra annemde beni babamın yanına götürdü. Sağlam bir dayak yediğimi söylememe gerek yok sanırım. Ardından da yüzleşmek gibi bir ifade ile bana tecavüz eden adamın evine götürdüler. Sanki suçlu bendim! Yüzleşmek nedir birader? Orada bir kurban varsa o da bendim. Vardığımız yeri de bir görmeliydin. Panayır alanıydı sanki. Tüm komşular haberi almış birader, konsey kurmuşlar yargılanan benim.  İnsanların bana oradaki bakışlarını asla unutamam. Tüm mahalle artık biliyordu olanı ve öğrenmenin verdiği hazla yavaş yavaş dağıldılar. Bense sadece bir destek bekliyordum. Biri elimden tutsun ve bana küçük bir tebessüm etsin istiyordum. Korkma, yanındayım desinler istiyordum. Ama kendi ailem dâhil kimse destek olmadı. Herkesin gözünde yargılanıyordum. Tabii adımın çıktığını da söylemeye gerek yok. O adam taşındı gitti ama ben yıllarca evde mahkûm kaldım. Kendimi cezalandırıyordum evden çıkmayarak.  Aynı zamanda her zaman başıma kötü bir şey gelecekmiş gibi hissediyordum. Bu yüzden dışarı çıkmaya da korkar olmuştum.  Ne gülüyor, ne ağlıyor ne de bir şeylere tepki gösteriyordum. O yüzden diyeceğim şu ki; yıllarca beni üzgün bırakmışlar şimdi çok gülüyorsam suç benim mi?

Bir zaman sonra liseye geçtim. Seviniyordum, mahalle sakinlerini görmeyecektim artık. Zaten evden dışarı bakkala gitmek için çıkıyordum yalnızca. O anda da biri beni gördüğü zaman başım yerde hareket ediyordum. Dünyadaki en kötü duygulardan biridir insanın başını yere eğmesi. İşte bundan kurtuluyordum. Düşünsene artık kimseyi görmek zorunda kalmayacaktım. Ama yine işler istediğim gibi gitmedi. Okula çok güzel arkadaşlıklar kurabileceğim düşüncesiyle gidiyordum. Sonra anladım ki kimse beni yanına almak istemiyor. Sanki yaşadıklarım yüzümden okunuyordu ve okuldakilerin hepsi bunu görüyor gibiydi. Alay ettiler, dalga geçtiler. Şamar oğlanı oldum birader. Yanaklarım tokat yemeye çok uygunmuşta hoşlarına gidiyormuş. Gelenden gidenden tokat yiyordum. Ama kimseye bir şey diyemiyordum. Halen beni de aralarına alacaklarına dair ümidim vardı çünkü. Ama nafileydi. İşler dayağa kadar ilerlemişti. Her gün dayak yiyordum neredeyse. Ama hiçbir zaman karşılık vermedim birader. Onlar gibi olmak istemiyordum. Onlar gibi olamazdım. Kötü de olsalar kimsenin canını yakamazdım. Hayatımda bir kez kavga ettim ve onda da rakibimin gözü morardığı için günlerce vicdan azabı çektim. Dilerim ki birader kimse pişmanlık duyup vicdan azabı çekmesin. Ne kötü!

Lisede böyle geçti. Sonrasında hep tek kaldım, kimseyle konuşmaz oldum ve yalnızlığımı yaşadım. Anlaşılan bu dünyada benim için bir yer yoktu. Ben ne insanlık gördüm ki birader. Keşfedilmeyi bekleyen bir ada gibiydim.  Bir gün de biri beni görür keşfeder, muhabbet eder, sever ve ilgi gösterir diye günlerce dua ettim. Gözlerim her zaman dört dolandı. Ama yok birader, sorsan hepsinin çok önemli işleri var. Sorsan hepsi önemli insanlar. Ah be birader acıyorum bu insanlara! Her gün kıyıda köşede kalmış, yanından geçildiği halde kimsenin fark etmediği, gözlerinin görmediği o kadar insan var ki!  Diyeceğim şu ki; Yıllarca kimse beni görmemiş, kimse benle konuşmamışsa, şimdide ben çok konuşuyorsam suç benim mi?

Artık öyle değil birader, işler değişti. Özetlemek gerekirse, kendimi bildim bileli konuşan ve gülmeyi hiç eksik etmeyen biri oldum. Konuşan deyince yanlış anlama ha sadece benimle konuşan biri olunca konuşuyordum. Onda da susmak bilmiyordum.  Yaşamım boyunca peşimden sürüklenen bu özellikler beni biraz daha boş, alçaksı, lüzumsuz bir insan etmişti.  Şayet kendi özgürlüğümle saçmaladığım zamanlar çok iyiydim. Birçok kişi de konuşmalarımdan haz duymaya başlamıştı. Bu durum beni oldukça mutlu ediyordu. Seviyordum konuşmayı, seviyordum gülmeyi. Benim için hayat felsefesi olmuşlardı.  Çoğu zaman çok konuştuğumun ben de farkındaydım. Handiyse her muhabbette en çok konuşan ben olurdum. Konuşmadığım zamanlarda kimsenin konuşacak bir şey bulamadığını düşünür ve buna şaşırırdım.  İşte bu sebeple hep ben konuşurdum.  Tek suçum buydu birader. Nerden bilebilirdim aslında insanların benimle konuşmak istemediğini?  Evde her daim sessiz olduğum için dışarı çıktığımda da sanki yıllarca hiç konuşmamış gibi hissederdim kendimi. Sonra da kendimi bir konuşma patlaması içinde bulurdum. Özellikle ilgi duyduğum insanların dikkatini çekmek ve kendimi tanıtabilmek amacı güderdim. Kimse bana yakınlaşmayınca ben onlara yakınlaşmaya çalışırdım. İnsanlara açtım. Tek istediğim bir dosttu. Ama beklediğimi alamadım.

Kimileri çok boş konuştuğumu söyleyerek uzaklaşırdı yanımdan kimileri de iyimser bir tavır alırdı ama onların gitmesi de çok uzun sürmezdi. Gökte kayan bir yıldız gibi avuçlarımdan akıp giderlerdi.

Ciddi bir insan olmakta kimi zaman çok güçken kimi zamanda doğal oluyordu benim için. Sanıyorum ki beni hayatında ilk kez görenlerin ciddilikle aynı kefede olmadığım yargısına vardıklarından kesin kez eminim.  Bu durum özellikle aile efradım arasında çok dile getirilirdi. Özellikle de boş konuşuyorsun bu yüzden ciddi olamıyorsun derlerdi. Bu yüzden defalarca sükûn etmek istedim. Çünkü insanların bu lafları da artık beni yormaya başlamıştı. Bir alışkanlığı yıkmanın ve irade zayıflığının verdiği rutubetlikle konuşmama kararı alıp, uygulamaya koydum.  Geçenlerde ailemle olan problemim beni buna yapmaya itti. Şu anda ise gayet iyi bir şekilde devam edebiliyorum. Umuyorum ki ilerleyen zamanlarda da böyle devam edebileyim.  Artık biri de beni sever mi ya da benimle ilgilenir gibi düşüncelerim kalmadı eskiye nazaran. Tamamen kendimi kendime bıraktım. Bana yardımcı olmaları içinde kitapları seçtim. İnan ki birader insanlardan daha anlayışlılar. Sadece dinliyorlar seni. Cevap istediğin zaman, istediğini o yanıtı almakta çok zor değil. Sadece aç ve oku. Diyeceğim şu ki birader, insanlar beni bu hale getirdiyse suç benim mi? Diyerek sözlerini bitirmişti arkadaşım.
“İnan bana suçlu sen değilsin.” Demek geldi içimden. Ama demedim, neden demedim bilmiyorum. Sanıyorum ki sadece yanında olduğumu ifade etmek istedim. “ Eeee ben varım ya.” Dedim. Güldüğü ve başımı okşadı. “Sen istisnasın birader.”dedi
“seni sevmesem sana güvenmesem bunları anlatmazdım. Sen olmadan önce kitaplarla konuşurdum. Kahramanları gözlerimin önünde canlandırır günümü nasıl geçirdiğimi anlatırdım. Kimsem yoktu ki kiminle konuşayım. Neyse birader hakkını helal et, vaktini aldım.” Dedi ve arkasına bakmadan uzaklaştı. Muhtemelen ağlıyordu ve kendisini güçsüz görmemi istemediği için arkasına bakmamıştı. O gittikten sonra kendime tek bir şey söyledim. Bir daha asla derdim var deme!




O kimseli doğdu ama kimsesiz yaşadı. Ben arkadaşımı kaybettim. Onu kaybettikten sonra yaşadıklarını daha iyi anladım. Çünkü bende onun yaşadıklarını yaşamaya başlamıştım.  Belki onun kadar ağır değildi ama insanın kendini kendine hapsetmesinin ne kadar zor olduğunu gördüm.  Sığ bir çıkmazdayken onun yaptığını yaptım. Kitaplar aldım, gömüldüm ve okudum. Artık ben de kitapları dost edinmiştim. O dostum kadar olmasa da onların dostluğunu da yaşamış oldum. Dostumdan bana geriye kalanlar ise bir gülüş, bir konuşma ve kitap okuma özellikleri oldu.  Yanı sıra istemeden de olsa bir ders verdi.  Herkesin bir değeri vardır ve bu değeri iyi kullan.

Ben de soruyorum size. Onun bu halde olması kimin suçu? Neden bir kişi de yanına gidip konuşmadı? Neden kimse tanımak istemedi onu? Çok basit bir cevap vereceğim. Suçlu biziz. Arkadaşımın dediği gibi kendi içinde kavrulan, her gün yanından geçtiğimiz ama hiçbir vakit fark etmediğimiz o kadar insan var ki. Bir merhaba demediğimiz, kendimizi beğenmişliğimiz, sanki her şeyin zirvesindeymişiz gibi yaşayışımız. Çok görmeyin ama suçlu bizleriz. Onlar değil.


Hamit AŞKIN
02.04.16



Mahmut hocamızın anlatmış olduğu AB havuzunu hatırlayın. AB’ye katılmak isteyen ülkelerin o havuza para atması ve atılan paraların katılacak ülkelerin kalkınması için paylaştırılmasını. Ben de diyorum ki; Sizlerde insanlık havuzuna birer değer katın. Katın ki insanlık kalkınabilsin.
Bana her zaman birader derdi ve uzun zamandır onu düşünmediğimi, ona karşı ne kadar vefasız olduğumu fark ettim. Sonrasında da şu şiiri yazdım.

Birader derdi
Kuşkonmaz bahçelerine giderdik hani
Toplardık bir tutam kuşkonmazı
Niye toplardık, ne yapardık bilmem
Giderdik işte, toplardık sadece
Ne güzel de kokuyorlar baksana
Toprağım taşım kokuyor
Memleket kokuyor herbiri
Kokla gitsin, geçiyor bak ömür
Koklamak nerde mümkün başka?
Hem kalitedir buraların kuşkonmazı
Bulamazsın başka yerde çıkar tadını
Vakit bu geçiyor işte
Hem nerede göreceğim seni daha?
Var mı kimsem senden başka?
Dertleşilmiyor bile başkalarıyla
Bir sana geçiyor nazım
Kızmıyorsun ya?
En güzel anlarım bu bahçeler birader
Sen varsın ya işte ondan
Hasretim be sesine
Kaç yıl oldu iki çift lafın belini kırmayalı?
Bir gidiyorsun gelmiyorsun bir daha
Ya birader amma da savsaklıyorsun hani
Nerede kardeş özlemi? Sevgi nerede?
Verdiğim çakı nerde yok bile elinde
Hani şu dede yadigarı olan, gümüş kaplama
Ön yüzünde benim arka yüzünde senin adın olan
Bulmuşsun uyduruk bir tane
Geziyorsun onla
Yok be birader anlamıyorsun
Hani analar var ya
Helal süt emziriyorlar güya
Şimdiki analar helal bilmiyor
Çocuk ne bilsin?
Ah be! Yaşasaydı anam şimdi
Görürlerdi dünya kaç bucak
Gerçi pek kıyamazdı ama
Allah hidayet versin derdi rahmetli
Üzülmek ne mümkün birader unuttuk gitti
Üzülmek nedir onu bile unuttuk
Ne zaman öldü ne vakit gömüldü
Bilmez şu eski kafa
Sende pek vefasız çıktın hani
Kendime mi yanayım yoksa sana mı?
Sana yanmayım da kime yanayım söyle
Dünyada üç kuruşa tamah etmeyen
Kurda kuşa yem
Satılmış her kimse
Koyunu olan çoban kesiliyor
Oysa öyle mi bizde ?
Ahmet efendi vardı bir
Yoktu hiç koyunu garibin
Toplardı ahalinin koyunları
Atardı sırtına astarı eğmezdi kimseye boyun
Gider gelirdi gariban
Almazdı para mara da
Fakirdi iyi bilirim
Ne aşı vardı ne taşı ne de bakacak kimsesi
Verirdi köy ahalisi sabahtan azık
Geçinirdi onla akşama kadar
Yanlış anlama ha!
Dediğim azıkta bir parça kuru ekmek birader
Gelirdi akşam dağıtırdı sürüyü
Verirdi anam bir tabak yemek
Sabaha kadar bilmezdi açlık tokluk
Çok yiyen tembelleşir derdi
Böyleydi bizim Ahmet efendi
Çoğu alimden alimdi Elhamdülillah!
Şimdi öyle mi ya!
Ağrıttım başını kalma kusura
Kaldı bir avuç kuşkonmaz çok şükür
Gel haydi koklarsın sen de
Döndü arkasını eyvallah dedi
Bir avuç kuşkonmaza gitti


Hamit AŞKIN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Korona mı insan mı?

Merhaba çok değerli arkadaşlar, size iyi niyetimle azıcık da olsa kendimden bahsedeceğim. Yalan söylemeyeceğim, insanlardan hatta insanlıkta...