Zaman yaklaştıkça heyecanım daha bir artıyor, kaygılarım bir kedinin kuyruğuna bağlanmış teneke kutu gibi peşimi bırakmıyordu. Hayatımda ikinci kez tiyatroya gidecektim ve bunu riske atmak istemiyordum. Daha önceki gittiğim tiyatro bir grup öğrenci topluluğu tarafından düzenlenmiş olduğu için birazcık aşina olmuştum ancak bu kez bayağı büyük ve kalabalık bir tiyatro olacağı için tedbirli davranmalıydım. Bu sebeple evden iki saat erken çıkma kararı aldım. Çıkmadan önce tüm hazırlıklarımı yaptım ve son anda uzun zamandır müzik dinlemediğimi fark ettim. Tiyatronun düzenlendiği yere yürüyerek gidecektim ve bunun için müthiş bir zamandı.Kulaklıkları kulaklarıma geçirdim ve otomatik olarak son dinlemiş olduğum parça çalmaya başladı. Biraz ses yükseltip, eşyalarımı alıp, dışarı çıktım ve ayakkabılarımı giymeye koyuldum. O ara arkamdan babam bana sesleniyormuş, müzik dinlediğimden dolayı duymamıştım. Bir an şiddetli bir sesle kendime gelmiştim ve dehşet bir şekilde çığlığı basmıştım. Korkmuştum, anlaşılan o da attığım çığlıktan korkmuş olmalı ki çığlığıma çığlıkla karşılık verdi. O vakit bir müddet kalbimin çarpıntısı yüzünden ne dinlediğimi anlamamıştım.Ta ki yola koyulduktan sonra bir markete girip sigara alıp müziği tekrar başlatana dek. Dinlemiş olup da kalbimin çarpıntısından ötürü anlamadığım müzik bitmişti.
Bir an kendime geldiğimi fark ettim. Bir rüyadan uyanmış gibiydim. İşte o zaman tüm soyutluktan kurtulup gerçekliğe döndüğümü fark ettim. Öyle bir şey ki her şeyi fark edebiliyordum. Çevremde tüm duyu organlarımla hissedebileceğim her şeyi çok rahatlıkla kavrayabiliyordum. Esen yeli, üzerinde meyveleri ile ağaçları, yollardaki taş parçalarını, yanlarından geçtiğim çöplüklerdeki pis kokuları, ötüşen kuşların ve havlayan köpeklerin sesleri... Herbirini tüm detaylarıyla seçebiliyordum. Tıpkı uykudan uyandığımda odamda hissettiğim şeyler gibi.
Yeni bir parça çalana kadar bu hisler aynen devam etti. Yeni çalan parçanın ismini hatırlamıyorum ancak bayağı depresif ve ağır bir parçaydı. Bu şarkı üzerimde acayip bir melankoli havası bırakmıştı. Bu kez de üzgündüm. Ne için üzgündüm onu da bilmiyorum. Elim kolum bağlı bir halde başım yerde yolda ilerliyordum. Dokunsanız ağlayacak bir duruma gelmiştim. Tüm bu olanların sebebi ne idi ve nasıl oluyordu? Belki de çok yoğun bir şekilde duygu değişimine uğramam yüzündendi. Sevdiğim birini kaybetmiş ve onu çok özlüyor gibiydim. Bu kez tüm iradelerimi özgürlüğümü kısıtlaması için kullanıyordum. Yaşadığım en korkunç ve dramatik anları yaşıyordum. Sanki doğa ile konuşuyordum ve doğa bundan bir anlam çıkarmamı bekliyor gibiydi. Bir önceki şarkıda mutlu yüzünü göstermişti. Bu kez de mutsuz yüzünü gösteriyordu sanki. Tıpkı biz insanlar gibi bir hüzünlü bir mutlu.
Buradan iki şey anlamam gerektiğini fark ettim. İlk dinlediğim tarzda şarkılar dinleyerek tüm özgürlüğümü elime alabilirdim. İkinci dinlediğim tarzda şarkılar dinleyerekte kısmi bir anksiyete geçirebilirdim. Bu kararlara tamamen benim elimdeydi ve ya hep mutlu olabilirdim ya da hep mutsuz. Bu iki seçenekten birini seçmem gerekiyordu ancak ardından Yahya Kemal BEYATLI'nın kendi sesinden Sessiz Gemi şiiri çıkmıştı. İşte kararımı bu şiirden sonra verdim. Mutlu olanla mutlu, üzgün olanla üzgün olacaktım. Tek başıma kaldığımda ise tüm duygularıma yalnızlığı dost edinecektim.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder